Fransız Rivierasının Saklı Hazinesi: Eze
Cote d’Azur denince aklınıza ne gelir? Cannes, Nice, Monaco, Monte Carlo? Listeniz bu sosyetik şehirlerle sınırlıysa, ya çok zenginsiniz, ya da Fransız rivierasını hiç tanımıyorsunuz demektir. Akdeniz’in bu en “havalı” sahil bölgesi, hem kıyıda hem de tepelerde, adları pek bilinmeyen irili ufaklı birçok orijinal köy barındırır. Gelin onlardan birine konuk olalım.
Cannes’da film festivali, Monaco’da Formula 1 ya da Nice’te karnaval... Bunlardan birine ya da birkaçına tanık olmaya kimin itirazı olabilir? Ama oralara kadar gitmişken, bu bol reytingli eğlencelerle yetinmeyin. Haritadaki küçük noktaları da keşfetmeyi deneyin. Pişman olmayacaksınız.
Fransa’nın güneydoğu kıyısını oluşturan Cote d’Azur bölgesi, birbirinden şirin onlarca köye ev sahipliği yapar. Bunlardan, adı “... sur-mer” şeklinde bitenlerin deniz kıyısında olduğunu hemen anlarsınız. Trenle ya da araçla keşfedebileceğiniz bu sahil kasabaları, gerçekten de büyüleyici güzelliktedir. Ama Fransız rivierası, bundan çok daha fazlasını saklar. Başınızı biraz yükseklere çevirirseniz, hoş sürprizlerle karşılaşabilirsiniz. Onlardan biri de Eze. Aslında bu kasaba Eze-sur-mer ve Eze Village olarak ikiye ayrılıyor. Artık biliyorsunuz; “sur-mer” sahilde olanı. Yanlışlıkla buraya gittiyseniz, krizi fırsata çevirebilirsiniz. Ünlü rock grubu U2’nun solisti Bono'nun yazlığı bu sahil kasabasında. Bir şansınızı deneyin, belki gelmişken bir çayını içersiniz.
Eze Village ise, Monaco’ya 10 kilometre mesafede, Cote d’Azur’un en güzel yerinde, denizden yaklaşık 500 metre yükseklikte bir Ortaçağ köyü. M.Ö. 2000 civarında Romalılar tarafından kurulmuş. Bu küçücük köyün tarihinde Osmanlıların da rolü var: Fransa Kralı I. François, Şarlken’e karşı Osmanlı’dan yardım isteyince Kanuni, Barbaros’u Fransa’nın Akdeniz kıyılarına gönderir. Barbaros, Toulon’da Fransız donanmasıyla birleşerek 1543’te Nice’i ve Eze’i alır.
Barbaros buralara geldiğinde karşısında nasıl bir yer buldu bilinmez ama bugün Eze’in nüfusu yazın 3000’i bulsa da, kışın yalnızca 60 -yazıyla altmış- kişi köyde yaşıyor. Kısacası bugün sağlam bir turist kafilesi bile kış mevsiminde Eze’i ele geçirmeyi başarabilir!
Nietzsche’nin Evi, Hitchcock’un Seti
Ülkemizde adı sanı fazlaca duyulmasa da, aslında Eze yıllar önce keşfedilmiş. Alfred Hitchcock, 1955’te “Kelepçeli Aşık” filmini bu köyde çekmiş. Nietzsche bir dönem burada yaşamış. (Yine de nasıl bu kadar karamsar olmuş, hayret!) Hatta köyde, "Nietzche yolu" denen bir yol var. Nietzche her gün bu yolu kullanırmış. İsveç Kralı Prens William da 1923-1953 yılları arasında Eze Şatosu’nda kalmış. Hal böyle olunca, dünya da Eze’i fark etmekte gecikmemiş. Bu küçük dağ köyü, yaz aylarında turizmden fazlasıyla nasibini alıyor.
Taş Kale
Gelelim Eze’i bu kadar ilgi çekici yapan özelliklerine... Bunların başında, Ortaçağ atmosferini yaşatan taş mimari geliyor elbette. Eze, bir tepenin üzerine, adeta kartal yuvası gibi konuşlandırılmış taş bir kaleyi andırıyor. “Mis gibi deniz kenarında püfür püfür oturmak varken, neden dağın başına taş taşımış bunlar?” demeyin. Ortaçağ şartlarında bu korunaklı coğrafya, yaşamak için biçilmiş kaftan olsa gerek. Sizin turist olarak oflaya puflaya çıktığınız tepelerin, korsanları, haydutları, daha baştan bezdireceğini unutmayın.
Bugünkü Eze halkı bir zamanların taş ustalarına çok şey borçlu. Hâlâ onlarından elinden çıkma ve tam anlamıyla “grinin elli tonunda” taş evlerde yaşıyor, çalışıyorlar. Mimari harika, arada çürük diş gibi çıkıvermiş tek bir çirkin yapı yok. Yollar, kaldırımlar, kısacası her yer aynı taş mimarinin devamı. Bu gri fonu, begonviller renklendiriyor. Eze, küçücük bir yerleşim yeri olmasına rağmen, her türlü turistik işletmenin yanında, beş yıldızlı taş bir otel bile barındırıyor.
Köye, tek bir giriş kapısından ulaşılıyor: İstilacılara bugün bile gözdağı vermeye devam eden taş kuleler, görkemli girişi süslüyor. Giriş demişken, köye motorlu araç giremiyor. Şaşırmayın, zira bu köye su bile 1952’de gelmiş. Zaten köyün yollarını görünce, değil otomobil, bebek arabasının bile buraya girmemesinde fayda olduğunu anlayacaksınız. Rotanızı planlamanıza gerek yok, dar taş yollar, labirent gibi sizi bir yerden alıp başka yere atacak. Kısacası, haritanın değil, taşların götürdüğü yere gidin.
Vahşi Panorama
Eze’in otantik Ortaçağ mimarisi dışında da pek çok özelliği var. Örneğin, bir anda önünüze atlas gibi serilen eşsiz manzara. Dünyada çok az yer bu kadar vahşi bir panorama sunar. Hava puslu değilse, Korsika’ya kadar bütün Akdeniz göz alabildiğine önünüzde uzanır. Manzaraya bakınca, Eze’in sloganını daha iyi anlarsınız : “Öldüm ve burada yeniden doğdum!”
Köyün kalesi dışında, görülmeye değer bir de botanik bahçesi var. 1949 yılında ziraat mühendisi Jean Gastaud tarafından tasarlanan bahçede, bitkiler hakkında bolca bilgi verilmiş. Sanatçılar heykeller yapıp buranın güzelliği hakkında yazılar yazmış. Bahçe, onlarca çeşit kaktüs, yuka ve aloe vera ile bezeli.
Bu güzel kokuları içinize çektikten sonra, daha fazlası için köyün meşhur parfüm üretim tesislerini ziyaret edebilirsiniz. Yerel parfüm fabrikaları olan Fragonard ya da Galimard’da laboratuvarları gezip bölgeye has parfüm, aromatik yağ ve sabunların yapımı konusunda bilgi alabilirsiniz. Hatta beğendiğiniz kokulardan kendi parfümünüzü oluşturabilirsiniz.
Eze’den yanınızda bir şişe parfüm ve bolca fikirle dönebilirsiniz. Örneğin yaşadığınız yerde, ofisinizde ya da işletmenizde sıcak bir Ortaçağ atmosferi yaratmaya ne dersiniz? Bu iş düşündüğünüz kadar zor değil. Ürünlerimize göz atın, gerisini bize bırakın...
Kültür Taşı çeşitlerimiz için tıklayın.