Mardin’i gördüyseniz, bir zihin jimnastiğine ne dersiniz? Belki az, belki çok zaman önce gezdiğiniz o şehri hatırlayın. Belleğinizin karanlık noktalarında birer mum yakın. Gördüklerinizi, Mardin’i hiç bilmeyen birine nasıl anlatırdınız? Öyle uzun uzadıya tariflere girişmeye, tarihinden girip mutfağından çıkmaya gerek yok. Tek bir sözcük düşünün. Öyle bir sözcük olsun ki bu, Mardin’e dair ne varsa özetlesin. Kadim bir kentin parmak izini, kendi içine hapsetsin.
Bizim için o sözcük;
taş. Mesleki bir deformasyon değil bu; işimiz gereği gittiğimiz her yerde gözümüz taşı seçiyor, doğru. Ama Mardin’e bakıp da başka şey görmek ne mümkün... Bu kentin kum rengi duvar taşları, onu adeta ortasına yerleştiği Mezapotamya ovasının devamı yapmış. Sanki dikey olarak göğe uzanan tüm yapılar, yatay düzlemde ufka doğru gözden kaybolan toprakların birer uzantısından ibaret. Sanki insan eli değmemiş de, taş - toprak rüzgarla şekillenip bir şehir silüetine bürünmüş, insanlar da bir anda onun sokaklarında yoktan varolmuş. Gerçeküstü bir romanın, bir filmin, bir tablonun tasviri gibi gelebilir bu. Ama insanın Mardin’de tam da böyle hissettiğini, Mardin’e gitmiş olanlar bilir. İşte bu yüzden dilimizde, çok da isabetli şekilde, “Bilenler bilmeyenlere anlatsın,” denir.
Dile kolay, 8 bin yaşındaki Mardin’de kiliseler, manastırlar, medreseler, camiler, hanlar, hamamlar ve evlerin büyük bölümü, Mardin’in meşhur taşından yapılmış. Taşı kibrit kutusu misali kesip üst üste dizmekten bahsetmiyoruz. Mardinli ustaların elinden çıkan oymalarla bezenmiş, dantel gibi işlenmiş taşlardan söz ediyoruz. Detaylarında kaybolduğunuz, her motifin bir anlam gizlediği, kimi desenin o evde oturan kişinin dinini, kiminin ölümsüzlüğü sembolize ettiği bir anlam dünyasında geziniyoruz.
Mardin doğal taş kaplaması, tebeşirimsi ve ince tane yapılı olması nedeniyle rahatlıkla işlenebilme özelliğine sahip. Bu taşın en önemli özelliklerinden biri de, işlendikten sonra güneş ve su ile temas ettiğinde sertleşmesi. Bu nedenle Mardin’in taş duvar yapıları iğne oyası gibi işlenmiş ama asırlardır dağ gibi sapasağlam ayakta. Bunun anıtsal bir örneğini görmek isterseniz, Mardin’in 4 kilometre doğusunda, Mardin ovasına hakim bir noktada konuşlanmış Deyrulzafaran Manastırı’nı ziyaret etmeniz yeterli. Önce Güneş Tapınağı, sonra kale olarak kullanılan taş manastır, 5’inci yüzyıldan beri ayakta. Deyrulzafaran Manastırı, uzun tarihi boyunca Süryani Kilisesi’nin dini eğitim merkezlerinden biri olması bakımından da önemli. Bölgeye ilk matbaayı getiren kişi de yine bu manastırda patriklik yapan 4. Petrus. Başka deyişle, bu görkemli yapıyı ziyaret etmek için, birden fazla nedeniniz var.
Mardin’in taşı, Süryani ve Ermeni ustaların alınteriyle yoğrulmuş bir hamur. Babadan oğula asırlarca aktarılan bu ustalıkla, Mardin’de sıradan taş, şehrin kimliği, benliği olmuş. Onlardan el alan Türk taş ustaları da yaşadıkları toprakların birikimini taşın ruhuna ve kalbine işleye devam etmiş. İşte bu yüzden, Mardin taşına “medeniyet taşı” da deniyor. Selçuklular, Artuklular, Osmanlılar, bugün de o taşlarda yaşamaya devam ediyor.
Sözün kısası, Mardin bir taş kent. Yüzü taş, kalbi altın kent. Taş deyip geçmeyin. Taşın dili yok ama anlatacak çok şeyi var. Dinlemek isterseniz, ilk fırsatta Mardin’i ziyaret edin. O hissi yanınıza alıp, yaşam alanlarınıza taşımak isterseniz de,
dekoratif taş kataloğumuzu ziyaret edin.